Pazar, Temmuz 26, 2009

Senin Adın Bile Geçmedi..

Taaa Hayat Güzeldir dediği günden beri severim İclal Aydın'ı..
Vatan Gazetesindeki yazılarını okurum..
Verdiği röportajları, katıldığı TV programlarını da kaçırmamaya çalışırım..
Anlattığı kadarıyla hayatına dair pek çok bilgiye de sahibim..
Çok samimi ve doğal bir kadın bana göre..
Kendisine yolladığım maillere geç te olsa mutlaka yanıt verir, hem de tüm içtenliğiyle..
Bende o güzel yazıları mail kutumda saklarım özenle..

Bir ara yaşadığı kalp kırıkları yüzünden okuyuculardan uzaklaşmıştı..
Maillere cevap vermedi. Hatta hakkında söylenenleri okumak bile istemediği zor bir dönem yaşadı ama neyse ki atlattı..
Hayatında açtığı yepyeni sayfaya yeni faaliyete geçen internet sitesini de kattı..
Şimdi sevenleriyle ordan buluşuyor..
Günlüğüne yeni yazılar ekliyor, hayata dair notlar düşüyor, yepyeni fotoğraflarıyla ilk ağızdan yaşamına ortak ediyor bizleri..

Bir süredir yeni bir kitap hazırlığındaydı İclal Aydın..
3 Ağustos'ta yayınlanacakmış..
Kitabın adı "Senin Adın Bile Geçmedi"..
Kitap ile ilgili kendi yazısını paylaşmak istiyorum..
Ben çok sevdim..

SEVGİM ACIYOR BEN KİMİ SEVSEM KİM BENİ SEVSE



Şehrin gürültüsünden ve her zamanki gibi aslında başladığım işin sonu geldiğinde her tarafımı saran korku yüzünden kaçıyorum. Bir sürü bahanem var. “Arkaşlarım aklımı çeldi” veya “orada daha iyi okuma yaparım” ya da “bu şehir beni bitirdi ve eminim güneş iyi gelecek”. Hepsini doldurup çantama, çıkıyorum yola…

Tatlı bir meltem var Alaçatı’da. Bahçeye bakan odamın kapısını açtığımda yasemin kokusu doluyor içime. Beyaz mobilyalı, güzel mavi tüllerin uçuştuğu taş avluya çıkıyorum. Gündüzün yakıcı sıcağından kalanı hissediyorum ayaklarımın altında…

Az sonra bir Sezen Aksu konseri var, gidip izleyeceğim. Önce arkadaşlarımla buluşacağım. Islak saçlarımdan şıpır şıpır sular damlıyor taşın üzerine. Bin yaşındayım… On yaşındayım… Yirmi üç yaşındayım…

Çocukken annemin diktiği kırmızı çizgili mayomun bacağımda bıraktığı izi ve on yedi yaşındayken vücudumda başgösteren güneş alerjisinin kırmızı döküntülerini anımsıyorum birdenbire. Kaldığım otelin sahibi Emel Hanım üzerimdeki beyaz elbisenin kopan askısını dikiyor ben bunları düşünürken. Sıcak poğaçalar, elmalı kurabiyeler ve çay ikram etti az önce. Bu çalışkan misafirperverlik, bu yanağımı kızartan yaz akşamı ağlamak isteği yaratıyor içimde. Zaman dursun biz o bahçede, o yasemin kokusunda, o gençlikte kalalım istiyorum…

Islak saçlarım, kopuk askım, buruşuk kalbim’le gıcık oluyorum kendime yine…. Çünkü “sevgim acıyor” çünkü gerçekten “sevgim acıyor ben kimi sevsem, kim beni sevse”
Zamanından önce geliyor Turgut Uyar bu kez…Daha yaz ortasındayız oysa…

Sonra konsere gidiyoruz. Çok kalabalık. Sezen Aksu’yu en rahat görebileceğim noktaya ulaştığımda “Onu görmesem de olur, dinlesem de yeter” köşesinin benim için daha ferah “daha doğru” olduğunu anlıyor, oralardan çekiliyorum. Sonra yavaş yavaş arkadaşlarım geliyor. Cümleler var; hepsi kopuk, bağımlı bağımsız, acılı acısız…
Konser devam ediyor. Hava sıcak. Sezen Aksu söylüyor. Cümleler uğultu halinde havada. Evet, İstanbul’dan kaçtım ben yine... Tolga’ya bıraktım her şeyi ve kaçtım… Yanımdakiler bir ağızdan konuşurken bitmesi gereken kitabı düşünüyorum. Arka kapak için seçim yapmalıyım, yazı yazmalıyım ama…

Benden önce söylenmiş en güzel sözler asılı dururken gökyüzünde, cüretime inanamıyorum. Konuştuklarımıza, kâğıda dökülenlere…
Korkuyorum. Geniş zamanlı cümlelerden, söylediklerimden, sustuklarımdan, gevezeliğimden, söyleyeceklerimden, dikliğimden, olası sığlığımdan…
Ben nasıl kalkışabiliyorum böyle bir şeye?
Konser bitiyor. Kalabalık dağılırken “Hadi deniz kenarına gidelim, orada devam ederiz” diyor biri…
Deniz kenarındaki mekanda gürültülü bir müzik, içiçe insanlar ve gökte şahane bir hilal var…
“Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
Sevgim acıyor”
diyorum içimden… “Ne düşünüyorsun?” diye soruyor arkadaşım. Ne çok duyuyorum ben bu soruyu. “Şiir okuyorum içimden” diyorum. Anlamıyor gürültüden… Eteklerini toparlayıp dans etmeye başlıyor… Ama aslında gerçekten sevgim acıyor… Kimse duymuyor…

***
Bu yazı aslında yukarıdaki son satırla bitecekti.

Eğer “Alaçatı grubu” dediğim kız arkadaşlarım kitabın prova sayfalarından rastgele çektikleri cümlelerden bir “umut” çıkarmasaydılar…
Ve kitabın son iki sayfasının kendileri ve diğer okurlar için boş bırakılmasını istemeseydiler...
“Herkesin söyleyecek bir sözü mutlaka vardır İco, hepimiz aynı şeyleri söylesek de aşktan konuşmak, onu yazmak gibisi yok. İki sayfa bırak geriye, kim ne istiyorsa onu yazsın ve hediye etsin birine” demeseydiler…
Ve Özlem her sabahı, her akşamı ve her geceyi “Bu kitap beni çok heyecanlandırıyor” diye bitirmeseydi..
Ve Tolga’ya telefonda “Kızlar okuduklarına bayıldılar dostum” dediğimde o evlat gülüşüyle kahkaha atmasaydı ve hemen ardından coşkuyla uzun ve mutlu bir mesaj göndermeseydi..
“Sevgim acıyor” ve “kimse duymuyor” diye bitecekti bu kitap…
Ama fikrimi değiştirdim…
İşte son sözümü söylüyorum:
“Ben bu aşkın kitabını yazdım. Rafa kaldırdım. Arada bir de imza günü yapacağım!”

3 Ağustos'ta tüm kitapevelerinde...
İclal Aydın

3 yorum:

  1. çok mutlu oldum paylaştığına 3 ağustos ta ben de okumaya başlamış olurum bir aksilik olmazsa...
    ben de çok severim kendisini gülüşünü gamzesini doğallığını :))

    YanıtlaSil
  2. Funda aynen bende hemen edineceğim. Eminim çok güzeldir..

    YanıtlaSil
  3. Nasıl da güzel bir haber.
    Duyguları çok içten, hissettikleri çok tanıdık gelir.
    SEVERİMM ÇOK.

    Hemen edineceğim kitabını :)

    YanıtlaSil

Yorumlarınız için TEŞEKKÜRLER...