
Kitabın arka kapağındaki yazıyı aynen paylaşıyorum..
Atina, 1970'lerin başı. Orta yaşlı, evli bir kadın. Genç, çapkın bir erkek. Her akşam aynı saatte, aynı trene binip evlerine dönüyorlar. Bir akşam birbirlerine selam verip de konuşmaya başladıklarında ikisi de bunun tutkulu bir aşka dönüşeceğini, sıkıcı, rutin hayatlarından kaçıp sığınacakları fırtınalı bir liman olacağını bilmiyor. Kadının aklında şimdi tek bir soru var. Bir hastalık gibi kontrol edilemeyen , kendi yolunu bulan, geçtiği yerleri yakıp yıkan bu aşk sorumluluklarının, ailesinin karşısında durabilir mi?
Okumayanlara tavsiye ederim..
İyi pazarlar..
bu hikaye 40 sayfaya nasıl sığmış merak ettim doğrusu.
YanıtlaSil